Nusayriler

Habib-i Neccar


Esselamünaleyküm Canlarim,

Yasin suresinde ismi gecen bu büyük Allah dostunu anmadan gecemiyecegim.
Mekani ise Antakya carsisinin merkezindedir.Isterseniz bir hikayesine göz atalim.

Habib-i Neccar

Habib-i Neccar’ın yaşadığı dönemde, Antakya şehrinde, hem Museviler hem de putperestler vardı. Bir çok puthane mevcuttu ve roma döneminin tüm ahlaki çöküntüleri Antakya’ya da yansımıştı.
Bu nedenlerle kutsal kitaplara göre, Allah’ın peygamberlerinden İsa, şehir halkına, yeniden doğuş anlamına gelen vahdeti hatırlatmak, onları uyarıp doğruya güzele yöneltmek için elçilerini gönderdi. Kudüs’ten gönderilen iki nur elçisinin Antakya’ya gelişleriyle Habib-i Neccar gün ışığına çıkmıştır.
Tevhit inancının temsilcileri ve tebliğcileri olan bu iki elçi, daha sonra Müslümanların Yahya ve Yunus olarak anacağı İsa’nın iki havarisidir. Bunların Antakya’ya gelişlerinde ilk tanışıp görüştükleri kişi Habib-i Neccar’dır. (Sılay,1989:18).
Habib-i Neccar bu iki havariyle tanıştıktan sonra onlara ne amaçla geldiklerini, davalarının ne olduğunu sorar. Elçiler de boş ve bayağı zevklerden uzaklaşmanız, kendi ellerinizle yaptığınız put ve heykellere tapmamanız için sizleri uyarmaya geldik, derler. Habib-i Neccar yine sorar:
-bir peygamberin elçileri olduğunuza ve sözlerinizin doğruluğuna nasıl inanayım, kendinizi ve sözlerinizi nasıl ispat edebilirsiniz?
-Allah’ın izniyle hastalıklıları kısa zamanda tedavi ederiz.
–Neleri, hangi hastalıkları?
–Mesela hiç görmeyenlerin gözlerini açarız, cilt hastalıklarını(cüzamlıları) ortadan kaldırırız ve bir olan Allah’ın izni ve yardımıyla ölmüş insanı da diriltiriz.
Habib-i Neccar bu sözleri duyduktan sonra oğlunun hasta olduğunu, son iki yıldır yatağa mahkum olduğunu söyler. Havariler de o zaman bizi evine götür, derler.
İki havari İsa Mesih’in Kadir-i Mutlak’tan vahiy yoluyla öğrenip havarilerine öğrettiği ilahi kelam ile eve girer. Esirgeyen, bağışlayan, tek ve rahman olan Allah’ın adıyla yatalak çocuğa eğilip okurlar. Onu kollarından tutup ayağa kaldırırlar. Habib-i Neccar iki yıldır yatağa çakılı, iki ayağı felçli olan oğlunu ayakta yürürken görünce büyük bir sevinç ve heyecana kapılır. Yaptıklarınıza gözlerimle şahit oldum, yemin ederim ki sizler doğru söyleyenlerdensiniz. Ben bunun üzerine bir olan Allah’a inandım. Sizlere ve sizleri şehrimize gönderen peygamberlere inandım, diyerek secdeye varır. Böylece Habib-i Neccar Allaha iman eden ilk Antakyalı mümin olur. (Sılay,1989:18).
Habib-i Neccar, mümin olduktan sonra puta tapmayı bırakır. Şehrin dışındaki evinde, bazen sur dışındaki bir mağarada Allaha tövbe eder, dua eder ve niyaz eder. İki elçinin Antakya’ya geldiği ve onların Allah’ın emirlerini iletmekte olduğu haberi şehrin her yanında konuşuluyordu. Habib-i Neccar, yakın akrabalarına, tanıdıklarına başından geçenleri, elçilerin davetini, felçli oğlunu tedavi ettiklerini anlatıyor, artık putlara değil de Allaha tapmalarını bildiriyordu.
Anlattıklarına ilgi duyan çoktu, ama eski inançlarını terk edenlerin sayısı çok azdı. Kısa bir süre sonra kral Antioch da olaylardan haberdar oldu. Elçileri huzuruna çağırdı. Uzun uzun konuşuldu, tartışıldı ama görüşme neticesiz kaldı. Kral elçilere inanmadığı gibi, mevcut inanç ve ibadet düzenine ve tapınaklara yüz çevirmelerini istemeleri nedeniyle onları zindana attı.
Yahya ve Yunus dönmeyince Hz. İsa, yakın havarilerinden Şem’un üs-Safa’yı üçüncü elçi olarak Antakya halkına gönderdi. Şem’un halkla iyi ilişkiler kurarak kısa sürede kendisini sevdirdi. Bir süre inançlarını gizledi, kısa sürede, kralın sohbetlerine katılan, danışılan, güvenilir biri oldu. Şem’un kraldan, Kudüs’ten gelen iki mahkumu huzuruna alıp onları bir kere dinlemesini istedi. Elçiler, Şem’un’u görür görmez tanıdılar, sevindiler ve güçlendiler. Kral onlardan yedi gün önce ölen şehrin ileri gelenlerinden İbn-i Dekka’nın oğlunu diriltmelerini istedi, onlara:
-Başarırsanız rabbinize inanırız, dedi.
–Allah her şeye kadirdir. Biz ancak onun izin verdiği ve yardım ettiği kadar yaparız.
Cenaze ortaya getirildi, Yahya ve yunus dua etmeğe başladılar. Şem’un da bu arada içinden dua etmekteydi. Bir süre sonra cenazenin kıpırdadığı, canlandığı ve ayağa kalktığı hayretle görüldü. Dirilen kişi “ben bir hafta önce ölmüştüm. Putperest olarak ebedi aleme göçtüğümden ateş dolu bir vadiye atıldım;bana yedi semanın kapıları açıldığında İsa’nın şu üç kişiyle şefaat ettiğini gördüm”, diyerek işaret parmağıyla iki elçiyle Şem’un üs-Safa’yı gösterdi. Cemaat, tüm gördükleri ve işittiklerine rağmen eski inançlarının etkisinden bir türlü kurtulamıyor, mucizeleri kabullenemiyordu.
-Bize uğursuzluk, kıtlık getirdiniz. Siz de bizim gibi insanlarsınız, Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Ne vahiy ne peygamber ne de kitap, dediler.
–Bize inanmazsanız da Allah biliyor ki biz size gönderilmiş elçileriz. Biz sadece ilahi mesajları iletmekle görevliyiz. Sizler inanır ve ibadetle hareketlerinize çeki düzen verirseniz iki cihanda saadete erersiniz.
Kalabalık öfkelenmişti. Her kafadan bir ses çıkıyordu.
–Bunlar yüzünden uğursuzluk bindi üstümüze.
–Rıskımız daraldı, yağmur yağmaz oldu.
–Susmazsanız sizi öldüreceğiz.
Üç elçi için karar kesinleşmişti, öldürüleceklerdi. Olay şehrin her yanında duyuldu. Bu kötü haberi işiten Habib-i Neccar koşa koşa geldi ve Antakya halkına:
-Ey halkım! Lütfen bize gönderilen ve doğru söyleyen bu elçilere uyun, dedikleri yoldan gidin, dedi.
Bu kızgın kalabalığın şaşkın bakışları altında elçilere döndü ve “anlattıklarınız ve yaptıklarınıza karşılık bizden bir ücret istiyor musunuz?”, diye sordu.
–Hayır, dedi elçiler.
–Bizi kötü alışkanlıklardan kurtarıp iyi ve doğru yola çevirmek isteyen ve bunun karşılığında hiçbir şey istemeyen elçilere inanmakla, dünyamızdan bir şey kaybetmeyeceğimiz gibi, ahiret açısından da ebedi mutluluğa ulaşacaz.
Kalabalık Habib-i Neccar’ın sözünü kesip büyük bir uğultuyla üzerine yürüdü.
–Yoksa sen de mi bizim putlarımıza karşısın, sen de mi bu adamların dinini kabul edip, Rab’larına iman ettin? –evet, Allaha şükür ben sizleri yaratan ve beşer sûreti veren güce iman ettim. Çünkü elçiler bizi puthaneleri bırakıp, bir olan Allaha ibadet etmeye davet ediyorlar. Hemşerilerim! Ben sizi kendim gibi düşünüyorum. Ben sizleri yaratan Allaha kulluk etmeyi borç ve vazife bilirim. bu vazifemi yapmak için hiçbir özrüm ve engelim yok.
Yine inanmayan kalabalık, inançları değişecek diye onu öldürmek için kılıç, mızrak ve taşlarla saldırırken ağzından şu son cümleler çıkmıştır: -ey mürselin, ben sizin rabbinize cidden iman ettim, beni işiten ve yaratan Allahın huzurunda bana şahit olun.
Şimdiki adı Habib-i Neccar olan dağda, yani eski Antakya’da, kızgın kalabalık Habib-i Neccar’ın üstüne saldırdı, vücudu kalabalığın ayakları altında çiğnendi, cesedi de dar ağacına asıldı. Kafasını bedeninden ayırıp dağın eteklerinden şehre kadar yuvarladılar. Bedeni dağda kafası da şu anda Habib-i Neccar Camisinin olduğu yerdedir. İnanışa göre gördüğü işkence, Allahın yardımıyla ona hiç hissettirilmemiştir.
Habib-i Neccar’ın Allah yolunda öldüğü bütün eylemleri ve cennetle müjdelenişi Kur’an’da Yasin Sûresi’nin 13,14,15,20 ve 26. ayetlerinde de anlatılır.

Allah Bizlerede Böyle Iman verir Insaallah

Bugün 10 ziyaretçi (15 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol